Permakültür: Doğaya Karşı Değil; Doğayla Birlikte Hareket Et
04 Aralık 2020 • 3 Dakika Okuma Süresi
Gezegenin kaynaklarını hızla tüketirken bunu telafi etmek için ters orantılı olarak çoğalttığımız kavramlardan biri de ‘permakültür’. İlk duyduğumuzda “Gerçekten de çevreden mi bahsediyoruz?” diye sormamıza neden olsa da permakültür, dengesi gittikçe bozulan insan-doğa ilişkisine odaklanıyor.
Anlamdan ilerleyelim… Permakültür, İngilizce ‘kalıcı’ (permanent) ve ‘tarım’ (agriculture) kelimelerinin birleşmesinden oluşuyor. Ama sadece tarımla ilgili sanmayın; permakültür, birleşen iki kelimeden çok daha fazlası: Sürdürülebilir tarım, yaşam, mimari yöntemlerinin neredeyse hepsini kapsıyor. Ekolojik tasarım ve mühendisliğin yanı sıra kaynak yönetimi gerektiriyor.
En basit haliyle permakültür, insan yerleşimlerini doğada bulunan ilkelere ve sürdürülebilirlik fikrine göre tasarlamak anlamına geliyor. Şehir bostanlarını düşünün, başlamak için iyi bir örnek teşkil ediyor.
O zaman bu kavram nereden çıkmış, nasıl yöntemler belirlemiş, günlük hayatta nasıl karşımıza çıkabilir gelin yakından bakalım.
Permakültürün ABC’si
Kavramın temelleri 1970'li yıllarda Avustralyalı Bill Mollison ve David Holmgren tarafından atıldı. Durduk yere değil elbet!
Permakültür; sanayi, tarım ve mevcut ekonomik sistem nedeniyle çevrenin kirlenmesine, bitki ve hayvan türlerinin birer birer yok olmasına tepki olarak geliştirildi. Doğada var olan her türlü sistemin bilgisini kullanarak yepyeni bir yaşam inşa etmeyi amaçladı.
Mollison bunu kitaplara şöyle geçirdi: Permakültür; doğal ekosistemlerin çeşitliliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanmasıdır.
Bu resmi tanımı, “Doğaya rağmen, doğaya karşı değil; doğayla birlikte hareket et” diye okuyabiliriz. Yani modern dünyanın nimetlerini elimizin tersiyle itmeyeceğiz ama yaşamımızı, doğanın işlevlerini ve sistemlerin birbirine bağımlılığını gözlemleyerek tasarlayacağız. Sadece büyümeyi ve bolluğu değil, yenilenmeyi de hedefleyeceğiz. Sistemin tümüne fayda sağlayan ‘simbiyotik’ bir ilişki yaratacağız. Peki nasıl?
Bu işin de bir prensibi var
Kavramın yaratıcılarından olan Bill Mollison, bu simbiyotik ilişkiyi tasarlamak için şöyle bir çerçeve çiziyor:
- Yeryüzüne önem ver: Canlı ya da cansız tüm yaşam sistemlerinin devamı ve çoğalması için gerekli koşullar sağlanmalı.
- İnsanlara önem ver: Var olmaları için insanların gerekli kaynaklara ulaşması sağlanmalı. Gıda, barınma, eğitim, iş, sosyal hayat gibi akla gelen her şey bu kapsama giriyor.
- Nüfusa ve tüketime sınır getir: Kendi ihtiyaçlarımızı yöneterek, yukarıdaki ilkeleri ilerletmek için kaynak (zaman, para ve enerji) sağlamalıyız.
Bu çerçeve dahilinde David Holmgren katkısıyla şu 12 prensip de zaman içerisinde neredeyse ‘permakültürün mottosu’ haline geliyor:
- Gözlemle ve etkileşime geç: Bitkiler, hayvanlar, doğa, mevsimler ve etrafındaki her şeyle bağ kur. Suyun akış yönü, bir fidenin büyüme hızı, toprağın eğimi, hava sıcaklığı gibi şeyleri öğren. Doğa senin laboratuvarın, topladığın veriler ve ölçümlerle en ideal sistemi kurabilirsin.
- Enerjiyi depola, verimli kullan ve dönüştür.
- Fayda sağlayacak bir ürün/verim elde et. İlla tarlada çapa sallamak gerekmiyor, bilgisayar başında çalışan bir beyaz yakalı olsan da mesela fazla enerji israfından kaçınmak gibi doğaya fayda sağlayacak bir üretimde bulunabilirsin. İnsanlarla ilişkileri iyileştirmek bile bu kapsama girer!
- Kendi kendini yönet ve tavsiyelere, geri bildirimlere kulak ver. Tüm eylemlerinin bir sonucu olduğunu unutma, bunların doğadaki karşılığı konusunda sorumlu ol, gereken dersleri alarak hareket et. Örneğin suyun akışını değiştirmen halinde bir sel yaşanıyorsa ya da bir taraf susuz kalıyorsa, bunu sürdürme.
- Yenilenebilir kaynakları kullan ve onlara değer ver.
- Tasarımın doğadaki örüntülerden detaylara doğru olsun. Doğadaki ve toplumdaki kalıpları gözlemle. Bunları tasarımının omurgası yap. Her şeyin bir akışı vardır, bunları taklit ederek ya da destekleyerek yaşa.
- Ayrışmak yerine entegre ol. Nasıl farklı bitki ve hayvan türleri bir arada var oluyorsa bir toplum için de aynı çeşitlilik getiri sağlar.
- Küçük ve ‘yavaş’ çözümleri kullan. Küçük ölçekli, az teknolojiyle, kendine yetebilen bir sistemi kur. Yerel kaynakları kullanarak daha sürdürülebilir bir yön çiz.
- Çeşitliliği uygula ve destekle. Farklı olanı anla. Çeşitlilik, çeşitli tehditlere karşı savunmasızlığı azaltır ve içinde bulunduğu ortamın benzersiz doğasından yararlanır.
- Farklı doğa sistemleri arasındaki alışverişi, enerjiyi kullan. Mesela denizle gökyüzü gibi iki farklı sistemin birbirini tamamlamasına izin ver.
- Değişime ayak uydur ve ondan yaratıcı bir şekilde faydalan.
Peki bu çağrıya nasıl kulak vereceğiz
Permakültürün günlük hayattaki karşılığı ne?
Karmaşık gibi görünse de günlük hayatta, hatta betona hapsolmuş şehir yaşamında bile pek çok permakültür uygulamasına rastlamak mümkün. Hatta belki içlerinden bazılarını yapıyoruz bile…
Bu ‘felsefeyi’ hayata geçirmenin birkaç basit püf noktası şöyle:
- Yağmur suyu depolanıp, su ihtiyacı için kullanılabilir. Kendi kendini sulayan sistemler geliştirilebilir.
- Gübreleme için kompost yapılabilir.
- Çeşitli malzemeler kullanarak toprağın üzerinin örtülmesi anlamına gelen malç uygulaması yaygınlaşabilir. Bu nemi korur, verimi artırır, yabani otların büyümesini azaltır.
- Toprağın kalitesi ve ürün verimliliği için birbirini dengeleyen ürünler bir arada yetiştirilebilir. Topraktaki elementlerin dengesini geri kazanma bakımından önemli olan baklagilleri ekerek toprak iyileştirilebilir.
- ‘Hügel kültür’ denilen bahçe ve yaşam alanı yaratma fikrine şans verilebilir. Çürümüş ağaç, ahşap, çalı, dal veya kütük kullanarak yapılan bu yatay bahçeler; sulama veya gübreleme yükünü kaldırır, ayrıca verimsiz toprağa sahip yerleri kullanılabilir hale getirir.
- Biyoçeşitlilik sağlanabilir; hayvansal ve bitkisel üretim aynı anda gerçekleştirilebilir.
- Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan, atıklarını dönüştüren ekolojik binalar tasarlanabilir.
Örnekler çeşitlendirilebilir elbette… Gördüğümüz gibi çoğunu hayata geçirmek aslında çok kolay, üstelik gerekli de… Tüm bu adımlar emek ve zaman tasarrufu sağlayacağı gibi gezegenimize de daha iyi bakacak. Permakültürün çağrısına uyarak doğayla birlikte hareket etmeye başlamak için hiçbir zaman geç değil!