Copyright © 2024, T. Garanti Bankası A.Ş
Çoğunlukla matematik, kimya, fizik gibi pozitif bilimlere yetkinlikle bağdaştırılan “zekâ”nın tanımı, farklı bilim dallarının son yüzyılda gelişim göstermesiyle birlikte değişti, genişledi. “Çoklu Zekâ Kuramı” bizlere insan zekâsının farklı niteliklerle çeşitlenebileceğini; sözel, uzamsal, müziksel, varoluşsal, kinestetik, matematiksel, içsel ve sosyal olmak üzere 8 farklı zekâ türünün, farklı bireylerde farklı yetkinliklerle görülebileceğini, “zeki insan” tanımının bu tiplere göre değişebileceğini göstermişti. Yakın zamanda bunlara bir yenisi daha eklendi: Ekolojik zekâ.
İklim değişikliği artık değişmez küresel gündemlerimizden biri, istesek de bu değişimi görmezden gelemeyiz. İklim değişikliği ve onun her geçen gün daha fazla hissedilen etkileri, doğaya ve sürdürülebilirliğe karşı duyarlı, bu sorunlara karşı çözüm getirebilen bireylere olan ihtiyacı da doğurdu; işte ekolojik zekâ tanımı da bu ihtiyaçla belirginleşti.
“Ekolojik olarak zeki olmak”
Elbette her zekâ türü gibi, bu zekâ da bir miktar doğuştan gelen becerilere dayansa da büyük oranda nitelikli eğitimle gelişiyor. Peki ekolojik zekâ ne anlama geliyor?
Öncelikle bu konuda çalışmalar yapmış iki yazardan bahsedelim. “Ecological Intelligence: Rediscovering Ourselves in Nature” - Ekolojik Zekâ: Doğada Kendimizi Yeniden Keşfetmek başlıklı çalışması ile Ian McCallum ve “Emotional Intelligence” - Duygusal Zekâ adlı kitabın da yazarı olan, “Ecological Intelligence: How Knowing the Hidden Impacts of What We Buy Can Change Everything” - Ekolojik Zekâ: Satın Aldığımız Her Şeyin Hayatımızı Nasıl Değiştirebileceğinin Altında Yatan Etmenler başlıklı kitabın yazarı olan Daniel Goleman.
Hem McCallum hem de Goleman’a göre “ekolojik olarak zeki olmak”; küresel çapta oluşan doğa değişimlerine/olaylarına karşı duyarlı, bunlara reaksiyon ve çözüm sunma becerisine sahip olmak anlamına geliyor.
Ekolojik zekaya sahip bireylerin özellikleri neler?
Ekolojik okuryazarlık eğitimi neden önemli?
Özellikle son yıllarda ülkemizde kış mevsiminin alışılmadık şekilde ılıman seyretmesi, buna karşın yazların da aşırı kurak olması, bazı haşaratların görülme sıklığındaki aşırı azalma veya artma, susuzluğa bağlı artış gösteren canlı ölümleri, art arda gelen orman yangınları gibi daha birçok belirti bize tek bir şey söylüyor: Duyarlı ol, harekete geç. Ancak çözüm üretebilmek, çevreye karşı daha bilinçli bir şekilde harekete geçmek için yalnızca doğayı anlamamız yetmez; ekonomik ve sosyal dinamiklerin çevreye etkilerini küresel boyutta kavramamız gerekiyor. Her şeyden önce, böylesi küresel sorunlara, küresel reaksiyon göstermeden çözüm üretebilmek mümkün değil.
Goleman, kendi kitabında, küresel ölçekteki tüm çevre sorunlarına tavır gösterebilecek, atılan yanlış adımları demokratik ifade yöntemleri ile protesto edebilecek, ekolojik dengeyi neyin/nelerin tehdit ettiğini tek başına kavrayabilecek, insan ve çevre sağlığını bozan ürünleri boykot edebilecek bireyler yetiştirmenin ancak kapsamlı bir ekolojik okuryazarlık eğitimiyle mümkün olacağını dile getirmişti. Bunun da en etkili yolu tabii ki okullara bağlı. Küresel çapta tüm müfredatlara ekolojik konuların eklenmesi, hatta bizzat müfredatın sürdürülebilirliğe göre baştan şekillenmesi, bu konuda atılacak önemli bir adım olacaktır. Böylece zaman içerisinde, çevreye karşı duyarlı olmak “yerlere çöp atmayın” uyarısından öteye geçerek başlı başına bir yaşam biçimi haline gelebilecek.
Nasıl ki finansal okuryazar, dijital okuryazar olmak bugünün dünyasında bir gereklilikse, küresel iklim değişiminin olumsuz etkilerinin her geçen gün hissedildiği böyle bir çağda, ekolojik okuryazarlık da artık edinilmesi gereken bir beceridir. Sürdürülebilir çözümler üretmek, yaşamımızı daha sürdürülebilir kılmak için doğayı anlamak ve gerçekten onunla ‘birlikte’ yaşamak zorundayız.