Esmiyor ve Dağhan Mehmet Yazıcı ile Deniz Kirliliği Üzerine Söyleşi

Esmiyor Podcast’in üçüncü sezonunun “Temiz deniz mümkün mü?” adlı on ikinci bölümüne Deniz Temiz Derneği/TURMEPA’nın Çevre Projeleri Yöneticisi Dağhan Mehmet Yazıcı konuk oldu. Ülkemizde ve dünyada denizlerin temizliği üzerine gerçekleştirdiğimiz bu keyifli sohbete gelin biraz yakından bakalım.

 

İlk olarak Dağhan Mehmet Yazıcı’yı tanıyalım. Çevre Mühendisliği bölümüne adım attığı üniversite yıllarından itibaren hedefi kendi deyimiyle ‘sosyal bir mühendis’ olmakmış. “Mesleğimi yaparken konuşmalı, anlatmalı, birileriyle iletişimde olmalıyım. Bunu nasıl yapabilirim?” derken TURMEPA ile yolları kesiştiğinde görevini heyecanla kabul etmiş. Denizlerdeki kirliliğin karadan bağımsız olmadığını belirten Yazıcı, TURMEPA’da yürütülen projelerde de bu konuya özellikle dikkat çekildiğini belirtiyor. Peki TURMEPA bu kapsamda neler yapıyor? Esmiyor soruyor, Çevre Mühendisi Dağhan Mehmet Yazıcı yanıtlıyor…

 

Bilmeyenler için DenizTemiz Derneği/ TURMEPA’yı kısaca anlatabilir misin? TURMEPA nasıl oluştu, ana amacı ne ve ne yapmak istiyor?

TURMEPA, yirmi dokuz yıl önce Sayın Rahmi M. Koç ve denizsever bir grup iş insanı tarafından kurulmuş bir dernek. O zamanlar çevre, iklim, kirlilik gibi şeyler masada olan konular değildi. Onlar o zaman sadece ışıltılı, sevimli konulardı. Dernek kurucularının deniz sevgisiyle ve yüksek öngörüsüyle kurulmuş bir dernek TURMEPA ve zamanla  çok büyük bir misyon edindiğini de ortaya koymuş.  Çünkü spesifik bir çalışma alanı, yani denizlere yönelik bir çevrecilik var. TURMEPA ‘nın en büyük hedefi topluma kirletmemeyi öğretmek. Yapılan bütün projeler, söylenen bütün sözler kelimesi kelimesine, “kirlettikten sonra temizlemek hangi teknolojiyi kullanırsanız kullanın çok zahmetli ve masraflı ama kirletmemeyi öğretmek hem daha kolay ve etkili hem de daha ekonomik” düşüncesinin etrafında şekilleniyor. Yirmi dokuz yıl olmuş, eğitimleriyle sekiz buçuk milyon kişiye ulaşmış TURMEPA. Daha da fazlasını yapmalı çünkü kirletmemeyi öğrenince hem ülkede hem dünyada gerçekten çok büyük bir adım atılıyor ya da atılacak. TURMEPA’nın genel mantığı, yaptığı bütün projelerin özeti aslında ‘kirletmemeyi öğretmek’.

Denizin üstünde yüzen bir plastik, güneşin de etkisiyle daha hızlı şekilde çözünerek mikroplastiğe dönüşüyor ve artık sizin hiçbir şekilde kurtaramayacağınız bir noktaya gidiyor. Bu problemden bahsedebilir miyiz?

Burada şundan başlamak lazım, gerçekten çok büyük bir problemle karşı karşıyayız. Bunu klişe bir cümle olarak söylemiyorum. Hem dibe batmış hem yüzer boyutta çok fazla gözle görülen ve görülmeyen plastikle karşı karşıyayız. Bunun sebebi de aslında ihtiyaçtan fazla tüketim. Yani taleplerimizin doğru oluşmamasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Talep ettiğimiz için çok üretilen, çok kullanılan ve çok atılan bir zamandayız.

 

Denizlerin kirliliği bilimsel olarak %80 oranında kara kaynaklıdır. Biz karada neyi çok kullanıp atarsak onlar bir şekilde denizlere de ulaşıyorlar. Yani sıvı atık bazında bakmamalıyız yalnızca. Karada maske ve eldiveni çok kullandığımız dönemde, denizde de maske ve eldiven çok çıkıyordu. Aslında direkt olarak bağlantıyı bu şekilde kurabilmiştim o dönemde. Dolayısıyla buradaki büyüklüğü tarif edecek olursak, çok büyük ihtimalle 2050 yılı civarında denizde balıktan çok plastik olacak. Hatta bu daha da erken olabilir, belki 2030’larda bile bunu görebiliriz. Çünkü sorun sadece fotoğraflarda gördüğümüz kaplumbağaların boynuna takılan yuvarlak plastikler değil. Çok büyük bir mikroplastik problemiyle karşı karşıyayız. Karadeniz’de yapılan araştırmalarda üç balıktan birinde mikroplastik çıkıyor. Karadeniz bizim en büyük en büyük potansiyel balık kaynağımız. Dolayısıyla bu çok uzak ülkelerde yaşanan bir distopya değil, hemen kapınızın önünde olan bir şey. Denize yakınsanız mikroplastiğe de yakınsınız demektir.

 

Maalesef yapı olarak mikro düzeyde herhangi bir deniz suyunu süzdüğünüzde kesinlikle plastikle karşılaşırsınız, artık bu boyuta geldi durum. Sebep olarak düşünürseniz dediğim gibi %80 karadan kaynaklı yani biraz bizden kaynaklı bir durum var. Çünkü şimdi de demir çağı, taş devri gibi plastiğin devrindeyiz. Plastik devrinin atıkları da denizde duruyor. Bir şeyi çöpe attığımızda o artık yok olmuş gibi zannediyoruz ama ilk yapılan plastik hala dünyada duruyor. Bildiğimiz pet şişenin patentinin alınma yılıyla Boğaz Köprüsü’nün açılış yılı aynı, 1973. Dolayısıyla “sanayi devriminden bu yana…” gibi uzun bir süreçte değil, bir insan ömründe oldu bütün bunlar.

 

Demek ki plastiksiz yaşam mümkündü ve bir alternatif de mümkündü aslında. Buna bu kadar bağımlı değiliz ve çok hızlı olmuş bir durum. O yüzden hızlı bir şekilde belli önlemler alıp bir şeyler yapmak mümkün mü ne düşünüyorsun?

Plastiğin mükemmel bir icat olduğunu düşünüyorum. Hiç ‘plastik yasaklansın’ mantığında olmadım. Böyle bir şey mümkün değil bence. Eğitimlerde, seminerlerde en çok sorulan soru şu: “Kocaman şirketler var, dünyayı kirletiyorlar. Büyük ülkeler çevreye zarar veriyor, ben tek başıma ne yapabilirim ki?”. Aslında yapılabilecek en önemli şey talebi değiştirmek. Yani ‘ben bunun daha sürdürülebilirini, daha sağlamını, doğayla daha dost olanını, daha çevrecisini talep ediyorum. Bana bunu üret. İhtiyacım olduğu kadar satın alayım ve ihtiyacım kadar kullanayım’. İşte ideal çözüm bu. Bizim ne kadar ve neye ihtiyacımız varsa onu kullanıp ama onun da gerçekten doğayla dost ve bizi iki nesilde bu hale gelecek bir dünyanın içinde bırakmayacak şekilde üretilmesi. Ben çözümün bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu noktadan sonra plastiksiz bir yaşama en azından benim hayal gücüm yetmiyor.

Aslında yapılabilecek en önemli şey talebi değiştirmek. Yani ‘Ben bunun daha sürdürülebilirini, daha sağlamını, doğayla daha dost olanını, daha çevrecisini talep ediyorum. Bana bunu üret. İhtiyacım olduğu kadar satın alayım ve ihtiyacım kadar kullanayım’. İşte ideal çözüm bu.

Dağhan Mehmet Yazıcı

TURMEPA ile kirletmemeyi öğretmekten bahsettin. Aslında bu da çok büyük bir hedef  değil mi? Öyle bir farkındalık geliştirmek ve o büyük kirleticilerden bunu artık talep etmemek. O ‘şişedeki ürünü alıyorum ama doğaya atmıyorum’ demek değil de ‘bu şişeyi istemiyorum, depozitolu olanı istiyorum’ diyebilmek. Ayrıca politika yapıcıları zorlayıp, yasaklamak değil de belki bir regülasyonla onları baskılamak gerekmiyor mu?

Dışarıdan bakarak söylüyorum, ben TURMEPA’nın bu konudaki yaklaşımını bir çevre mühendisi olarak çok beğeniyorum. Farklı büyük markalarla iş birliği yapabiliyor TURMEPA. Çünkü ben şunu düşünüyorum, o markaların adım atması için bazı sivil toplum kuruluşlarının ne kadar aktivist olması gerekiyorsa, bazı sivil toplum kuruluşlarının da beraber proje yapabiliyor olması gerekiyor. Dönüştürücü olunmalı. Oturup aynı masada “bakın sizin böyle problemleriniz var, bizim de böyle çözümlerimiz var. Gelin bu çözümlere destek verin ve siz de böyle bir yola girin” denmeli, ki girdiler. Bütün büyük şirketlerin sürdürülebilirlik bölümü var. Evet bazıları PR ajansı gibi çalışıyor olabilir ama gerçekten çok önemli entegre raporlar çıkarabilen, çok doğru iş birlikleri yapabilen büyük şirketler var. Yani iki tip sivil toplum oluşmuş. Aktivist olanlara çok ihtiyaç var. Çünkü birilerinin yüksek sesle bu problemleri ortaya çıkarması lazım. TURMEPA’ya çok da ihtiyaç var. Çünkü onların bu sistemin içerisinde bir yol görüp o yoldan ilerlenmesini de sağlamak lazım.

 

70’lerin sonundan bu zamana kadar üretilmiş plastiklerin ortalama geri dönüşüm oranı %9 ve o dönemden bu zamana kadar -dikkat edin- plastik ya da farklı bir şey üreten herkes toplumu geri dönüşüme özendirir. Çünkü şöyle bir psikoloji oluşturur, “Siz kullanın, biz onu sonra geri dönüştüreceğiz”. Atık piramidinde geri dönüşüm adımının üstünde ‘önle, azalt, tekrar kullan’ var mesela. Önlemek için üretirken doğru üretmek en önemli adım. Bir şey satın alıp kendi ihtiyacımı görmek zorundayım. Dolayısıyla ben biraz kirletmek zorunda da bırakılıyorum kullanıcı olarak. Eğer bu doğru üretilirse ben atık üretmemiş olacağım. Atık üretmememi sağlayacak bir üretim modeli oluşunca bu bana da katkı sağlıyor. O zaman ne ben kirletici oluyorum ne üretici kirletici oluyor. Bu kadar basit aslında.

 

Dediğim gibi doksanlarda çevre hassasiyeti sadece sevimli bir hobi gibi görülürken şu anda bir politikacının yeşil dönüşümle ilgili ne yapacağını kesinlikle söylemesi gerekiyor mesela bu nesilden oy alabilmesi için. Örneğin ortada bir Yeşil Mutabakat var; sanayici de üretici de ‘Biz buna nasıl uyum sağlayacağız? Buna ilişkin bir politikan var mı? Yoksa ben daha fazla vergi ödeyeceğim…’ diye soruyor. Artık daha iyi üreten, daha iyi tüketen ve daha iyisini talep eden insanlara ihtiyacı var dünyanın çünkü vaktimizin kalmadığını düşünüyorum. Buradan sonra bizlerin çocukları, bizden hesap sorma hakkına sahip olacak. Barrack Obama’nın bir sözü var, “Belki dünyayı bu hale getiren ilk nesil biz değiliz ama muhtemelen kurtaracak son nesil biziz.” diye. Gerçekten öyle bir durumdayız.

 

Projelerden bahsetmişken Garanti BBVA ile yaptığınız bir proje de var. Ondan da bahsedebilir miyiz?

Tabii ki. Müsilaj olayı olduktan sonra Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bir kurul oluşturdu, Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu. Biz de TURMEPA olarak o kurulda yer alıyoruz. Burada farkındalık, eğitim gibi konuların sorumluluğu bize verildi. Dolayısıyla biz de bir proje oluşturduk. Mavi Nefes Projesi'ni götürdüğümüzde Garanti BBVA hemen destek verdi, hatta büyüterek destek verdi. Çok güzel bir şekilde arkamızda durdular. Projenin ayrıntılarına gelince öncelikle iki tane deniz süpürgesi İstanbul Boğazı’nda sürekli dolaşarak deniz yüzeyindeki atıkları toplayıp mümkün olanları geri dönüşüme kazandırıyor. Mümkün olmayanları bertarafa gönderiyor. Bunun dışında, şimdi projenin kirletmemeyi öğretme kısmına geliyoruz. Marmara Denizi’ne kıyısı olan yedi ilde belirlenen öğrencilere sürekli sıfır atık, denizler, deniz kirliliği, çevre, iklim değişikliği gibi konularda çevrim içi eğitimler veriliyor. Bunun dışında bir de Mavi Nefes eğitim otobüsümüz var. Bu bahsettiğim yedi ilin merkezi noktalarına gidip orada kodlama ve beceri geliştirme atölyeleriyle deniz kirliliğini ve çevreciliği öğreten projeler yapıyorlar. Öğretmenlere de eğitimler veriliyor ki öğretmenler de TURMEPA’nın uzmanlarından aldıkları bilgileri derslerine ekleyebilsin. Bunların tamamında Garanti BBVA bize destek oldu. Belki TURMEPA’nın bu zamana kadar yaptığı ilk üç projenin içindedir. Belki de en iyisidir kimilerimize göre. Dolayısıyla çok memnunuz. Kocaeli’de başladık, bazı illeri bitirdik. Şu anda hala devam ediyor. Üçüncü yılın sonunda tüm illerimizi bitirip projede 60 bin öğrenciye ulaşma hedefimiz var. 

Dünyamızın akciğerleri ormanlar deriz ama denizler daha fazla oksijen üretiyor. Aldığımız iki nefesten birini denizlerimiz sağlıyor.

Dağhan Mehmet Yazıcı

Müsilaj bitmiş değil, uzmanlar görünürde olmamasına rağmen deniz dibinde sorunun devam ettiğini söylüyor. Dolayısıyla denizler konusunda farkındalık yaratma ihtiyacı da devam edecek.

Dünyada üretilen oksijenin %50-70’i okyanuslardan, yani denizlerden geliyor. Dünyamızın akciğerleri ormanlar deriz ama denizler daha fazla oksijen üretiyor. Aldığımız iki nefesten birini denizlerimiz sağlıyor. Denizin önemi hayati, yaşamın devamlılığıyla doğrudan bağlantılı. Karbon emisyonlarının üçte birini tutuyor, atık ısının %90’ından fazlasını tutuyor okyanuslar. Denizlerimize göz bebeğimiz gibi bakmamız gerekiyor.

 

Dağhan Mehmet Yazıcı'nın konuk olduğu Esmiyor Podcast bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.

Esmiyor Podcast’te bugüne kadar yayımlanan bölümlere ulaşmak için tıklayın

Etiketler:
  • Çevre

  • Sorumlu Bankacılık

  • İklim Değişikliği

  • Doğal Yaşam Ve Ekoloji

  • Kültür